Köroğlu, Köroğlu’nun ‘’ Hey hey benden selam olsun Bolu beyine……’’ diye başlayan pervasız haykırışı ve haksızlığa zulme başkaldırışı anlatan hikayesi şöyledir.
Bolu beyi bir at meraklısıdır.Seyisi olan Yusuf’u güzel ve cins bir at aramaya gönderir.Yusuf ileride mükemmel bir at olacağına inandığı gösterişsiz bir tay bulup getirir.Bolu beyi tayı beğenmez ve Yusuf’un gözlerine mil çektirerek yanından kovar. Gözleri kör olan Yusuf, Dörtdivan ilçesindeki Yukarısayık köyüne döner ve olanları oğluna anlatır. Oğlu Ruşen Ali babasının intikamını almak için dağa çıkar.Ruşen Ali ‘’KÖROĞLU’’ diye anılacak, babasının öcünü almak, zalimliklerinin hesabını sormak için Çamlıbele otağ kuracaktır.Yurdun dört bir yanına kadar dağılan mücadeleler ile Köroğlu zalimlerin korkulu rüyası haline gelecektir. Köroğlu’nun mücadelesi’’ Delikli demir’’ icat olupta ’’mertlik bozuluncaya ‘’ kadar sürer. Sonuçta her halk kahramanında olduğu gibi Köroğlu da fani dünyadan göçer. Gönüllere girerek dilden dile anlatılan bir efsane haline, destan haline gelir.
Köroğlu , 1997 yılından itibaren ‘’Köroğlu Kültür ve Turizm Etkinlikleri’’
adı altında Dörtdivan İlçemizde düzenlenen etkinliklerle anılmaktadır.
Bu anma günleri her yıl ekim ayında 3 günlük programlarla gerçekleştirilmektedir.
Benden selam olsun Bolu beyine
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır.
At kişnemesinden, kargı sesinden
Dağlar seda verip, seslenmelidir.
Asker geldi , sıra sıra dizildi
Alnımıza kara yazı, yazıldı.
Delikli demir icat oldu, mertlik bozuldu.
Eğri kılıç kında, paslanmalıdır.
Köroğlu düşermi acep şanından
Çoğunu ayırır , er meydanından
Kır at köpüğünden, düşman kanından
Çevrem dolup, Şalvar ıslanmalıdır.
30 Ocak 2008 Çarşamba
Danişmend Gazi Destanı
Danişmendname Anadolu’nun Müslüman-Türklerin hakimiyetine girmesi hakkında yazılmış halk destanı. Danişmend Gazi ve Melik Gazi’nin kahramanlıklarını, gazalarını anlatan, Battalname tarzında yazılmış olan Danişmendname’nin ne zaman ve kimin tarafından yazıldığı kesin olarak bilinmemektedir.
Eser ilkönce Anadolu Selçuklu Sultanı İkinci İzzeddin Keykavus’un emriyle İbn-i Ala tarafından derlendi. İbn-i Ala halk arasındaki rivayetlerin doğrularını toplayıp, Danişmendname’yi yazdı. Hikaye edilen vak’alarla adı geçen kahramanların tarihten alınmış olması ve coğrafi isimlerin Anadolu’ya uygunluğu, eserin Türk edebiyatında uzun süre tarih kitabı gibi kabul edilmesine sebeb oldu. Osmanlı Hükümdarı Sultan İkinci Murad’ın emriyle Tokat Dizdarı arif Ali, Danişmendname’yi Türkçe olarak aralarında manzum parçaların da bulunduğu bir nesir diliyle 17 bölüm halinde yazdı.
Danişmendname’nin konusu özetle şöyledir: Peygamber efendimizin hicretinden 360 sene sonra, Battal Gazinin torunlarından Melik Ahmed Danişmend, halifeden izin alarak, birçok beyle birlikte Anadolu’da fetihlere başlar. Uzun bir zamandır harab olan Sivas’ı mamur hale getirerek buraya yerleşir. Burada mücahidleri ikiye ayırır. Turasan idaresindeki mücahidler İstanbul üzerine giderler. Fakat Alemdağ önlerinde şehid olurlar. Melik Ahmed Danişmend ise Sivas’tan Karadeniz’e kadar olan bölgeyi fethetmeyi kararlaştırır. Artuhi isminde bir Hıristiyanın Müslüman olmasına vesile olur ve onu yanından ayırmaz. Tokat, Zile, Amasya, Çorum ve Niksar bölgelerini fethederek halkı Müslüman olmaya davet eder.
Halkın büyük bir kısmı İslamiyeti seve seve kabul eder. Ancak bir müddet sonra Niksarlılar dinden çıkarak bölgedeki birçok Müslümanı öldürürler. Danişmend Gazi, Niksar’ı tekrar alarak Canik’e doğru yola çıkar. Fakat yolda pusuya düşürülerek şehid edilir. Vasiyeti üzerine Niksar Kalesi karşısında bir yere defnedilir.
Danişmend Gazinin şehid edilmesinden sonra Hıristiyanlar kaybettikleri yerleri tekrar alırlar. Danişmend Gazinin oğlu Melik Gazi Bağdat’a giderek halifenin huzuruna çıkar. Babasının fethettiği yerleri Hıristiyanlardan tekrar alır. Niksar’a babasının mezarının üzerine bir türbe yaptırır. Melik Gazinin fetihlerini Anadolu Selçukluları hakimiyetine bağlayan destanda olaylar birbiri arkasına devam ettirilerek anlatılır.
Battalname’nin bir devamı olarak kabul edilen bu eserde münacaatlar, Allah’a sığınıp yardım dilekleri, Hızır aleyhisselamın görünüp yaraları iyileştirmesi, bazı Hıristiyanların rüyalarında Peygamber efendimizi görerek Müslüman olmaları, kimi Hıristiyan kızlarının mücahidlerle evlenmeleri gibi dini motifler yanında tarihi ve efsanevi unsurlar da çoktur. Eserin son bölümü bir sonsözden ibarettir. Yazar burada dünyanın faniliğinden bahsederken dini ve ahlaki nasihatler verir. Danişmendname’de tarihi, masallaştıran ve pekçok vak’a için yanında tarihe ışık tutan parçalar da vardır. Eserde gazalara kimlerin hangi sıra ile katıldıkları belirtilmekte, özellikle başı açık, yalın ayak harb eden dervişlerin küffar ile yapılacak gazaya yürüyüşleri hakkında bilgi verilmektedir.
Danişmendname’nin kahramanı olan Melik Danişmend Gazi, Battal Gaziye benzeyen bir kişi olup, bilgili, dindar ve usta bir kumandandır. Bir kılıç darbesiyle, düşman askerinin başını ve vücudunu oturduğu atın eğer kayışına kadar ikiye böler. Muharebe esnasında attığı naralarla koca bir orduyu dağıtır.
Halk şairleri tarafından bu tür eserlerin nazmında çok kullanılan “Mefailün mefailün faulün” vezninde ve o devir halkının kolay anlayabileceği dille söylemiş ve yazılmış olan Danişmendname, tarihçiler için kaynak eserlerden sayılmıştır. Osmanlı tarihçileri devirlerinin tarih zevkine uygun buldukları bu eserden bir tarih kaynağı olarak faydalandılar. On beşinci yüzyılda yaşayan arif Ali yazdığı Danişmendliler tarihini anlatan Mirkat-ül-Cihad adlı eserinde Danişmendname’den çok faydalandı. Anadolu’da birçok yazması bulunan eserin bir nüshası da Paris Milli Kütüphanesindedir. İstanbul’da Millet Kütüphanesi Ali Emiri Bölümü ile Belediye (İnkılap) Kütüphanesi Muallim Cevdet Bölümü nde birer nüshası daha vardır. Eser, 1960 senesinde batı dillerine tercüme edilerek La Geste de Melik Danişmend, Etude Critique Danişmendname adı altında yayınlandı. Eser üzerinde son ilmi çalışma İréne Melikof tarafından yapılmış ve La Geste Melik Danişmend Tome I, Edition Critique Tome II adı ile iki cilt halinde yayımlanmıştır.
Eser ilkönce Anadolu Selçuklu Sultanı İkinci İzzeddin Keykavus’un emriyle İbn-i Ala tarafından derlendi. İbn-i Ala halk arasındaki rivayetlerin doğrularını toplayıp, Danişmendname’yi yazdı. Hikaye edilen vak’alarla adı geçen kahramanların tarihten alınmış olması ve coğrafi isimlerin Anadolu’ya uygunluğu, eserin Türk edebiyatında uzun süre tarih kitabı gibi kabul edilmesine sebeb oldu. Osmanlı Hükümdarı Sultan İkinci Murad’ın emriyle Tokat Dizdarı arif Ali, Danişmendname’yi Türkçe olarak aralarında manzum parçaların da bulunduğu bir nesir diliyle 17 bölüm halinde yazdı.
Danişmendname’nin konusu özetle şöyledir: Peygamber efendimizin hicretinden 360 sene sonra, Battal Gazinin torunlarından Melik Ahmed Danişmend, halifeden izin alarak, birçok beyle birlikte Anadolu’da fetihlere başlar. Uzun bir zamandır harab olan Sivas’ı mamur hale getirerek buraya yerleşir. Burada mücahidleri ikiye ayırır. Turasan idaresindeki mücahidler İstanbul üzerine giderler. Fakat Alemdağ önlerinde şehid olurlar. Melik Ahmed Danişmend ise Sivas’tan Karadeniz’e kadar olan bölgeyi fethetmeyi kararlaştırır. Artuhi isminde bir Hıristiyanın Müslüman olmasına vesile olur ve onu yanından ayırmaz. Tokat, Zile, Amasya, Çorum ve Niksar bölgelerini fethederek halkı Müslüman olmaya davet eder.
Halkın büyük bir kısmı İslamiyeti seve seve kabul eder. Ancak bir müddet sonra Niksarlılar dinden çıkarak bölgedeki birçok Müslümanı öldürürler. Danişmend Gazi, Niksar’ı tekrar alarak Canik’e doğru yola çıkar. Fakat yolda pusuya düşürülerek şehid edilir. Vasiyeti üzerine Niksar Kalesi karşısında bir yere defnedilir.
Danişmend Gazinin şehid edilmesinden sonra Hıristiyanlar kaybettikleri yerleri tekrar alırlar. Danişmend Gazinin oğlu Melik Gazi Bağdat’a giderek halifenin huzuruna çıkar. Babasının fethettiği yerleri Hıristiyanlardan tekrar alır. Niksar’a babasının mezarının üzerine bir türbe yaptırır. Melik Gazinin fetihlerini Anadolu Selçukluları hakimiyetine bağlayan destanda olaylar birbiri arkasına devam ettirilerek anlatılır.
Battalname’nin bir devamı olarak kabul edilen bu eserde münacaatlar, Allah’a sığınıp yardım dilekleri, Hızır aleyhisselamın görünüp yaraları iyileştirmesi, bazı Hıristiyanların rüyalarında Peygamber efendimizi görerek Müslüman olmaları, kimi Hıristiyan kızlarının mücahidlerle evlenmeleri gibi dini motifler yanında tarihi ve efsanevi unsurlar da çoktur. Eserin son bölümü bir sonsözden ibarettir. Yazar burada dünyanın faniliğinden bahsederken dini ve ahlaki nasihatler verir. Danişmendname’de tarihi, masallaştıran ve pekçok vak’a için yanında tarihe ışık tutan parçalar da vardır. Eserde gazalara kimlerin hangi sıra ile katıldıkları belirtilmekte, özellikle başı açık, yalın ayak harb eden dervişlerin küffar ile yapılacak gazaya yürüyüşleri hakkında bilgi verilmektedir.
Danişmendname’nin kahramanı olan Melik Danişmend Gazi, Battal Gaziye benzeyen bir kişi olup, bilgili, dindar ve usta bir kumandandır. Bir kılıç darbesiyle, düşman askerinin başını ve vücudunu oturduğu atın eğer kayışına kadar ikiye böler. Muharebe esnasında attığı naralarla koca bir orduyu dağıtır.
Halk şairleri tarafından bu tür eserlerin nazmında çok kullanılan “Mefailün mefailün faulün” vezninde ve o devir halkının kolay anlayabileceği dille söylemiş ve yazılmış olan Danişmendname, tarihçiler için kaynak eserlerden sayılmıştır. Osmanlı tarihçileri devirlerinin tarih zevkine uygun buldukları bu eserden bir tarih kaynağı olarak faydalandılar. On beşinci yüzyılda yaşayan arif Ali yazdığı Danişmendliler tarihini anlatan Mirkat-ül-Cihad adlı eserinde Danişmendname’den çok faydalandı. Anadolu’da birçok yazması bulunan eserin bir nüshası da Paris Milli Kütüphanesindedir. İstanbul’da Millet Kütüphanesi Ali Emiri Bölümü ile Belediye (İnkılap) Kütüphanesi Muallim Cevdet Bölümü nde birer nüshası daha vardır. Eser, 1960 senesinde batı dillerine tercüme edilerek La Geste de Melik Danişmend, Etude Critique Danişmendname adı altında yayınlandı. Eser üzerinde son ilmi çalışma İréne Melikof tarafından yapılmış ve La Geste Melik Danişmend Tome I, Edition Critique Tome II adı ile iki cilt halinde yayımlanmıştır.
Seyid Battal Gazi Destanı
M. S. 395 yılında Roma'nın ikiye bölünmesiyle, Frigya, Bizans toprakları bölümünde kalmıştır. Eskişehir ve çevresindeki şehirler, bu dönemde eski önemlerini yitirmişlerdir. Sadece Pressinus ticaret yolu üzerinde bulunan Dorlion Kaplıcaları varlıklarını sürdürebilmiştir. Bizans topraklarını istila eden Arap orduları , Eskişehir yakınlarına kadar gelmişlerdir. 708 yılında Abbas Bin Velid ve 778 yılında Masan Bin Kataba burayı işgal etmiştir.
7. yy.'ın sonundan, 10. yy.'ın sonuna dek 300 yıl süren Bizans-Arap Savaşları bazı efsane ve destanların doğmasına neden olmuştur. Bunlardan en önemlisi Seyit Battal Gazi Destanı'dır. Seyit Battal Gazi Destanı'nın Bizanslılarca uyarlanmış şekli "Digenis Akritas"destanıdır.
Efsaneye göre Seyit Battal Gazi, Abbasi Halifeleri Mutasım ve Vathig zamanında yaşamıştır. Fakat dünyaya geleceği, Hz. Muhammed'e ölümünden önce Cebrail tarafından haber verilmiştir. Bu yüzden peygamberin bir adamı mağarada saklanarak 200 yıl bekler. Peygamberin sözünü yerine getirir ve Seyit Gazi'nin atı Aşkar Divzade'yi kendisine verir.
Başka bir efsaneye göre: Seyit Gazi'nin babası Malatya Sultanı'nın ordusunda kumandandır. Rumlar'a karşı yaptığı bir savaşta ölür. Seyit Battal on üç yaşına geldiğinde bütün İslam bilimlerini öğrenmiştir. Kılıç kullanmakta ve ata binmekte üstüne yoktur. Babasının intikamını almak üzere yola çıkar ve yirmi dört saat içinde düşman ordusunun kumandanını, kardeşini ve belli başlı on dört kumandanı daha öldürür. Hint'ten, Mağrib'e, zaferden zafere koşar ve yedi deniz ötesine kadar adı korku saçar.
Tanrı ona aynı zamanda doğa üstü güçler vermişti. Öyle bir sesi vardı ki, savaş meydanında bir kükredi mi yetmiş iki bin kâfir darmadağın olurdu.
Bir rivayete göre bir Rum Kalesi 'nin kumandanının kızı, Seyit Battal'a aşıktır. Bu kalenin kuşatılması sırasında bir gün Battal kırda uyurken, kumandanın kızı kaleden bakar ve babasına imparator tarafından gönderilen yardımı görür. Seyit Battal'ı uyandırmak üzere kâğıda birkaç satır yazar, bir taşa sarıp atar. Bu küçücük taş, kahramanın tam kalbine rastlar ve onu hemen öldürür. Bu kazada Allah'ın iradesi kendini göstermiştir. Yoksa bu kadar olağanüstü güçleri olan bir kahramanın, hiçbir düşman tarafından yenilmesi mümkün değildir.
Antik Çağ'da Nakoleia adıyla anılan Seyitgazi, o dönemde önemli bir kent durumundadır. Ancak Hristiyanlık Çağı'nda, kent eski gücünü yitirir ve Synnada Metropollüğü'ne bağlanır. 198 yılında ise tekrar "Metropollüğe" yükselir. 9. yy/dan sonra artık Nepoleia adına rastlanmaz. Bu arada Bizans eyaletlerine yayılan Selçuklular, 1074 yılında Frigya sınırına kadar gelirler. Daha sonra arka arkaya gelen akınlar nedeniyle Napoleia önemini kaybeder. Haçlıların 1079'da Napoliea üstünden, Anadolu'nun içlerine kadar girdikleri rivayet edilir.
7. yy.'ın sonundan, 10. yy.'ın sonuna dek 300 yıl süren Bizans-Arap Savaşları bazı efsane ve destanların doğmasına neden olmuştur. Bunlardan en önemlisi Seyit Battal Gazi Destanı'dır. Seyit Battal Gazi Destanı'nın Bizanslılarca uyarlanmış şekli "Digenis Akritas"destanıdır.
Efsaneye göre Seyit Battal Gazi, Abbasi Halifeleri Mutasım ve Vathig zamanında yaşamıştır. Fakat dünyaya geleceği, Hz. Muhammed'e ölümünden önce Cebrail tarafından haber verilmiştir. Bu yüzden peygamberin bir adamı mağarada saklanarak 200 yıl bekler. Peygamberin sözünü yerine getirir ve Seyit Gazi'nin atı Aşkar Divzade'yi kendisine verir.
Başka bir efsaneye göre: Seyit Gazi'nin babası Malatya Sultanı'nın ordusunda kumandandır. Rumlar'a karşı yaptığı bir savaşta ölür. Seyit Battal on üç yaşına geldiğinde bütün İslam bilimlerini öğrenmiştir. Kılıç kullanmakta ve ata binmekte üstüne yoktur. Babasının intikamını almak üzere yola çıkar ve yirmi dört saat içinde düşman ordusunun kumandanını, kardeşini ve belli başlı on dört kumandanı daha öldürür. Hint'ten, Mağrib'e, zaferden zafere koşar ve yedi deniz ötesine kadar adı korku saçar.
Tanrı ona aynı zamanda doğa üstü güçler vermişti. Öyle bir sesi vardı ki, savaş meydanında bir kükredi mi yetmiş iki bin kâfir darmadağın olurdu.
Bir rivayete göre bir Rum Kalesi 'nin kumandanının kızı, Seyit Battal'a aşıktır. Bu kalenin kuşatılması sırasında bir gün Battal kırda uyurken, kumandanın kızı kaleden bakar ve babasına imparator tarafından gönderilen yardımı görür. Seyit Battal'ı uyandırmak üzere kâğıda birkaç satır yazar, bir taşa sarıp atar. Bu küçücük taş, kahramanın tam kalbine rastlar ve onu hemen öldürür. Bu kazada Allah'ın iradesi kendini göstermiştir. Yoksa bu kadar olağanüstü güçleri olan bir kahramanın, hiçbir düşman tarafından yenilmesi mümkün değildir.
Antik Çağ'da Nakoleia adıyla anılan Seyitgazi, o dönemde önemli bir kent durumundadır. Ancak Hristiyanlık Çağı'nda, kent eski gücünü yitirir ve Synnada Metropollüğü'ne bağlanır. 198 yılında ise tekrar "Metropollüğe" yükselir. 9. yy/dan sonra artık Nepoleia adına rastlanmaz. Bu arada Bizans eyaletlerine yayılan Selçuklular, 1074 yılında Frigya sınırına kadar gelirler. Daha sonra arka arkaya gelen akınlar nedeniyle Napoleia önemini kaybeder. Haçlıların 1079'da Napoliea üstünden, Anadolu'nun içlerine kadar girdikleri rivayet edilir.
Timur ve Edige Destanları
AKSAK TıMUR DESTANI HAKKINDAKI KISIM
şimdi Hazreti Aksak Timur Neslinden Bahsedelim
Hindistan şehrinde Cengiz Han'ın oğlu Jaday
Han hanlık eder idi.
Günlerden bir gün yatıyordu. Kötü bir rüya
gördü. Korkup, sıçrayıp uyandı. Bir müddet kaldı. Falcıları,
rüya tabircilerini topladı. Dalağına baktırdı,
anlattı.
Falcılar, rüya tabircileri söylediler: "Ey
Hanım! Dalağında öyle görünür ki, kendi ülkende,
Almalık denilen köyde, bir kişiden korkunuz vardır. O
kişi, kırkıcı oğlu, kazancı oğlu, tavukçu oğlu, Taragay
denilen kişidir." dediler. "O Taragay'ın izi, nişanı odur
ki, alnında beni var, sol gözünde akı vardır. O Taragay'ın
hatunu hamiledir. Onun karnındaki çocuğundan ecelin,
ölümün var",dediler.
O ahmak kaderi tedbir ile bozmak istedi.
Allah'ın takdiri nasıl bozulur. Ondan sonra konuştular.
"Bu hatunu öldürelim", diye "Karnını yaralım", dediler.
Han söyledi: "Bu hatunun karnındaki çocuğunu
öldürürseniz, o çocuğu çabuk öldürü! Anası ölmesin!",
dedi.
Ondan sonra o hatunu diz çöktürdüler, aklı
başından gitti, ölecekti.
Ondan birkaç gün sonra o zavallı diz çöktürülüp
eğilen kadının gözü parladı, bir erkek evlat
doğurdu. O oğlanı alıp baktıklarında, bir ayağı topal
idi. şöyle dediler: "Böyle eziyetten ölmedin, kurtulup
doğdun, canın demir imiş", dediler. O oğlanın adını bu
sebepten dolayı Aksak Timur koydular.
Aksak Timur'un babası, anası öldü. Yetim kaldı.
Büyütmek ve bakmak için hiç kimse kalmadı. Sonraları
kendisi yürümeye başlayıp yiğit olduktan sonra, dışarı
çıkıp altı yedi oğlan çocuk ile birleşip, her gün buzağı
otlatırlardı.
şimdi Hazreti Aksak Timur Neslinden Bahsedelim
Hindistan şehrinde Cengiz Han'ın oğlu Jaday
Han hanlık eder idi.
Günlerden bir gün yatıyordu. Kötü bir rüya
gördü. Korkup, sıçrayıp uyandı. Bir müddet kaldı. Falcıları,
rüya tabircilerini topladı. Dalağına baktırdı,
anlattı.
Falcılar, rüya tabircileri söylediler: "Ey
Hanım! Dalağında öyle görünür ki, kendi ülkende,
Almalık denilen köyde, bir kişiden korkunuz vardır. O
kişi, kırkıcı oğlu, kazancı oğlu, tavukçu oğlu, Taragay
denilen kişidir." dediler. "O Taragay'ın izi, nişanı odur
ki, alnında beni var, sol gözünde akı vardır. O Taragay'ın
hatunu hamiledir. Onun karnındaki çocuğundan ecelin,
ölümün var",dediler.
O ahmak kaderi tedbir ile bozmak istedi.
Allah'ın takdiri nasıl bozulur. Ondan sonra konuştular.
"Bu hatunu öldürelim", diye "Karnını yaralım", dediler.
Han söyledi: "Bu hatunun karnındaki çocuğunu
öldürürseniz, o çocuğu çabuk öldürü! Anası ölmesin!",
dedi.
Ondan sonra o hatunu diz çöktürdüler, aklı
başından gitti, ölecekti.
Ondan birkaç gün sonra o zavallı diz çöktürülüp
eğilen kadının gözü parladı, bir erkek evlat
doğurdu. O oğlanı alıp baktıklarında, bir ayağı topal
idi. şöyle dediler: "Böyle eziyetten ölmedin, kurtulup
doğdun, canın demir imiş", dediler. O oğlanın adını bu
sebepten dolayı Aksak Timur koydular.
Aksak Timur'un babası, anası öldü. Yetim kaldı.
Büyütmek ve bakmak için hiç kimse kalmadı. Sonraları
kendisi yürümeye başlayıp yiğit olduktan sonra, dışarı
çıkıp altı yedi oğlan çocuk ile birleşip, her gün buzağı
otlatırlardı.
Cengiz-Name
On üçüncü yüz yıl ortalarına doğru teşekkül etmeğe başlamıştır. En eski Oğuz ve Uygur soyuna ait bir kısım destanımsı söylentilerin, daha sonra diğer Türk Boyları arasında anlatılıp genişlemesi ve bunlara yapılan ilaveler, bilinen Cengiz Han Destanının esasını teşkil etmektedir.
Daha doğrusu Cengiz Han Destanı, aslı bu söylentiler olan ve sonradan Cengiz Han' ın şahsiyeti ve adı etrafında toplanıp geliştirilen yakıştırma bir destan görünüşündedir.
Cengiz Han Destanını anlatan eserler, Cengizname adını taşır. Tıpkı Oğuz Han Destanını anlatan eserlere Oğuzname denildiği gibi. Moğol, Türk ve İslami motifleri işleyişleri bakımından Cengiz Han Destanı üç ayrı rivayet halindedir.
Türk rivayetlerinin işlediği bütün motifler, daha önce de belirttiğimiz gibi eski Türk Destanlarının motiflerine benzer. İslami rivayetiyle Cengiz Han Destanı, bir İslam mücahidin destanı gibidir. Moğol rivayetinde ise Cengiz Han' ı bir Moğol bahadırı olarak görürüz.
Cengiz Han, baba tarafından Oğuz Han' a dayanmaktadır; ana soyundan da Altın Han' a varmaktadır. Altın HaN Akdeniz' de, Malta' da hüküm sürmektedir. Çok güzel bir kızı vardır. Altın Han, dillere destan olan bu çok güzel kızını, güneş yüzü görmeyen, hiç bir yanından iç tarafına hiç bir ışık sızdırmayan bie saraya kapatıp gözlerden ırak tutmaktadır. Günlerden bir gün, bütün dikkatlere rağmen gün ışığı Altın Han' ın güzel kızını bulur. Kızın, bu gün ışığından bir çocuğu olacağını anlayan Altın Han utancını ve yüz karasını kimseye göstermemek için kızını, kırk cariye ile birlikte bir gemiye koyar denize salar.
Gemiye, denizde bir kahraman rastlar. Bu kahramanın adı Tumavi Mergendir. Altın Han' ın kızını görür görmez beğenir, alır. Kızın bir oğlu olur. Adını Dobun Bayan koyarlar.
Altın Han' ın kızının, tumavi Mergen' den de çocukları olur. Bunları da, Bilgidey ve Büdenedey diye çağırırlar.
Dobun Bayan büyür, evlenecek çağa gelir; evlendirirler. Alanguva adında bir güzel kız alırlar. Dobun Bayan' ın, Alanguva' dan üç oğlu olur. Bundan sonra Dobun Bayan ölür.
Dobun Bayan' ın ölümünden bir müddet sonra, Onun bir nur halinde yeniden dünyaya döndüğü anlaşılır. Bu nur halinde dönüşten sonra, yine Alanguvan' ın kocası olmuştur ve Alanguva bir erkek çocuk daha doğurmuştur. Bu çocuğun adını Cengiz koyarlar.
Cengiz doğunca, ruhu nur halinde dünyaya dönmüş olan dobun Bayan, kurt halinde dünyayı bir daha terkeder.
Fakat, en çok kardeşleri, Cengiz' in hem nurdan doğmuş olduğuna hem de kendi kardeşleri olduğuna bir türlü inanmak istemezler. Kardeşlerine türlü eziyetler ederler. Fakat halk ötekilerden çok Cengiz' i sevmektedir.
Bir gün Cengiz kardeşlerinden kurtulmak için kaçar, dağda yaşamağa başlar. Türk boyları, aralarında temsilciler seçerek cengiz' e gönderirler ve yaşamakta olduğu dağda Cengiz' i bulup kendilerine Han seçerler.
Cengiz Han, bütün ömrünü yurduna ve milletine verir; çalışıp didinir, dünyanın en büyük ve en sağlam devletlerinden birini kurar. Sonunda bu devleti çocukları arasında taksim ederek ölür.
Cengiz Han Destanının İslami rivayeti:
Bu rivayete göre Cengiz' in bir adı da Timuçin' dir. Doğacağını çok önceden kahinler haber vermişlerdir. Doğduğu zaman da , babası, Tatar Hanlarından Timuçin' i mağlup etmiştir. Bu yüzden doğan oğlunun adını Çimuçin (Timuçin) koyar.
Tıpkı Davut Peygamber gibi Timuçin de on yedi yaşına kadar çobanlık yapıp, dağda bayırda sürüsünü otlatır. Babası ölünce de, halk, Timuçin' in kendilerine Han olmasını isterler. Zaten Timuçin' in Han olarak seçilmesini Tanrı da buyurmuştur.
Eyliyalardan Abız gelerek Timuçin' e Cengiz adını vermiş ve bütün dünyayı fethedip efendisi olacağını muştulamıştır. Bu sırada bir kuş ötmeğe başlamış ve öterken: "Cengiz!.. Cengiz!.." diye haykırmıştır.
Bunun üzerine Hanlığı kabul eden Cengiz evliyanın dediklerini doğrulamıştır.
Daha doğrusu Cengiz Han Destanı, aslı bu söylentiler olan ve sonradan Cengiz Han' ın şahsiyeti ve adı etrafında toplanıp geliştirilen yakıştırma bir destan görünüşündedir.
Cengiz Han Destanını anlatan eserler, Cengizname adını taşır. Tıpkı Oğuz Han Destanını anlatan eserlere Oğuzname denildiği gibi. Moğol, Türk ve İslami motifleri işleyişleri bakımından Cengiz Han Destanı üç ayrı rivayet halindedir.
Türk rivayetlerinin işlediği bütün motifler, daha önce de belirttiğimiz gibi eski Türk Destanlarının motiflerine benzer. İslami rivayetiyle Cengiz Han Destanı, bir İslam mücahidin destanı gibidir. Moğol rivayetinde ise Cengiz Han' ı bir Moğol bahadırı olarak görürüz.
Cengiz Han, baba tarafından Oğuz Han' a dayanmaktadır; ana soyundan da Altın Han' a varmaktadır. Altın HaN Akdeniz' de, Malta' da hüküm sürmektedir. Çok güzel bir kızı vardır. Altın Han, dillere destan olan bu çok güzel kızını, güneş yüzü görmeyen, hiç bir yanından iç tarafına hiç bir ışık sızdırmayan bie saraya kapatıp gözlerden ırak tutmaktadır. Günlerden bir gün, bütün dikkatlere rağmen gün ışığı Altın Han' ın güzel kızını bulur. Kızın, bu gün ışığından bir çocuğu olacağını anlayan Altın Han utancını ve yüz karasını kimseye göstermemek için kızını, kırk cariye ile birlikte bir gemiye koyar denize salar.
Gemiye, denizde bir kahraman rastlar. Bu kahramanın adı Tumavi Mergendir. Altın Han' ın kızını görür görmez beğenir, alır. Kızın bir oğlu olur. Adını Dobun Bayan koyarlar.
Altın Han' ın kızının, tumavi Mergen' den de çocukları olur. Bunları da, Bilgidey ve Büdenedey diye çağırırlar.
Dobun Bayan büyür, evlenecek çağa gelir; evlendirirler. Alanguva adında bir güzel kız alırlar. Dobun Bayan' ın, Alanguva' dan üç oğlu olur. Bundan sonra Dobun Bayan ölür.
Dobun Bayan' ın ölümünden bir müddet sonra, Onun bir nur halinde yeniden dünyaya döndüğü anlaşılır. Bu nur halinde dönüşten sonra, yine Alanguvan' ın kocası olmuştur ve Alanguva bir erkek çocuk daha doğurmuştur. Bu çocuğun adını Cengiz koyarlar.
Cengiz doğunca, ruhu nur halinde dünyaya dönmüş olan dobun Bayan, kurt halinde dünyayı bir daha terkeder.
Fakat, en çok kardeşleri, Cengiz' in hem nurdan doğmuş olduğuna hem de kendi kardeşleri olduğuna bir türlü inanmak istemezler. Kardeşlerine türlü eziyetler ederler. Fakat halk ötekilerden çok Cengiz' i sevmektedir.
Bir gün Cengiz kardeşlerinden kurtulmak için kaçar, dağda yaşamağa başlar. Türk boyları, aralarında temsilciler seçerek cengiz' e gönderirler ve yaşamakta olduğu dağda Cengiz' i bulup kendilerine Han seçerler.
Cengiz Han, bütün ömrünü yurduna ve milletine verir; çalışıp didinir, dünyanın en büyük ve en sağlam devletlerinden birini kurar. Sonunda bu devleti çocukları arasında taksim ederek ölür.
Cengiz Han Destanının İslami rivayeti:
Bu rivayete göre Cengiz' in bir adı da Timuçin' dir. Doğacağını çok önceden kahinler haber vermişlerdir. Doğduğu zaman da , babası, Tatar Hanlarından Timuçin' i mağlup etmiştir. Bu yüzden doğan oğlunun adını Çimuçin (Timuçin) koyar.
Tıpkı Davut Peygamber gibi Timuçin de on yedi yaşına kadar çobanlık yapıp, dağda bayırda sürüsünü otlatır. Babası ölünce de, halk, Timuçin' in kendilerine Han olmasını isterler. Zaten Timuçin' in Han olarak seçilmesini Tanrı da buyurmuştur.
Eyliyalardan Abız gelerek Timuçin' e Cengiz adını vermiş ve bütün dünyayı fethedip efendisi olacağını muştulamıştır. Bu sırada bir kuş ötmeğe başlamış ve öterken: "Cengiz!.. Cengiz!.." diye haykırmıştır.
Bunun üzerine Hanlığı kabul eden Cengiz evliyanın dediklerini doğrulamıştır.
Manas
ER MANAS DESTANI
Bu muhteşem Türk Destanının tamamı 400.000 mısradır. Bir Kırgız destanıdır. Müslüman Kırgızlarla Putperest Kalmuklar arasında mücâdeleleri anlatır. Bununla beraber Manas Destanının dokuzuncu yüzyılda, Kırgızların Yenisey Kıyılarında devlet kurmağa başladıkları sırada oluşmuş olduğunu ileri süren ilim adamları da vardır.
Manas'ın, tarihte gerçekten var olduğunu gösterir izler görülememiş ise de, Kırgız-Kalmuk mücadelelerinde göz doldurmuş bir Kırgız yiğidinin, belki de bir Kırgız Beğinin adı ve yiğitliği ile bu destana konu olduğunu düşünebiliriz.
Manas Destanı, Kırgızların bir bakıma ansiklopedisi gibidir. Manas Destanında Kırgızların bütün gelenek ve göreneklerini, törelerini, inanışlarını, görüşlerini, başka milletlerle olan ilişkilerini, masallarını ve ahlak anlayışlarını bulmak mümkündür.
Manas Destanının bütününü söyleyenlere Manasçı, bir kısmını söyleyenlere Ircı denilir. Manasçılar, destanı anlatırken kendi zamanlarının etkisi altında kaldıkları olaylar ile kendi duygu ve düşüncelerini de ustaca katmışlardır.
Manas Destanına ilk defa, Kazak-Kırgız yöneticisi olan Rus aslından Franel tesadüf etmiştir. Daha sonra Çokan Velihanof 1856 yılında destanı dinlemiş fakat destanın en uzun parçasını Radloff yazıya geçirerek 1885te yayınlamıştır.
Destanın en önemli bölümlerini Manas, Manas'ın oğlu Semetay, Manas'ın torunu Seytek, Colay ve Töştük'ün hikâyeleri teşkil etmektedir. Colay ve Er Tostuk hikayeleri ile ilgili bölümlerin Colay adında bir Manaş'çıdan derlendiği sanılmaktadır.
Destanın bölümlerine göre özeti:
1) Yeditör adını taşıyan yerde Boyun Han oturmaktadır. Boyun Hanın oğlu Kara Han ve onun oğlu Çakıp Han (Yakûp Han) adıyla anılır. Çakıp Han, Alma Ata ırmağının gözesinde, Sungur Yuvası denilen yerde yerleşmiştir; Çakıp Han'ın hiç çocuğu yoktur. Bir gün Tanrıdan bir oğlan çocuk ister, onun yiğitler yiğidi olmasını diler. Tanrının izni ile bir oğlu olur. Oğlu olduğu için de Tanrıya güzel bir kısrak kurban eder. Dört Peygamber gelip çocuğa ad kor, adına Manas, der.
Manas dile gelir, babasına: "Ben İslâm yolunu açacağım, inanmayanların malını yağmalayacağım" deyince Çakıp Han, çok eski arkadaşı olan Bakaya haber gönderir çağırır. Baka gelince Manas'ın söylediklerini Ona nakleder, bu söz üzerine Baka: "Pek güzel söz" der: "Hemen atlanalım, Çin'e akın edelim, Pekin yolunu bozalım!"
Dediği gibi yaptılar.
Çakıp Han'ın oğlu genç Manas ise on yaşına gelince ok attı, on dört yaşına basınca Hân Evini basıp yıktı, Hân oldu. Kâşgar'dan bütün Çinlileri sürüp Turfana tıktı, Turfandaki Çinlileri sürdü, Aksu'ya attı.
2) Kalmuk Han'ın oğlu Almambet'in Müslüman oluşu, Er Kökçe'ye sığınışı, Er Kökçe'den de ayrılıp Manasa gelişini anlatır:
Yerin yer suyun su olduğu çağda... altı atanın oğlu gavur, üç atanın oğlu Müslüman idi. O zaman Kara Han'ın oğlu Amambet doğdu, hemen büyüdü ve Müslüman oldu. Babasını Müslüman olmadığı için öldürdü, kaçıp geldi müslüman beylerinden Er Kökçe'ye sığındı. Er Kökçe'nin kırk yiğidi vardı. Bu kırk yiğit, Beylerinin bu Kalmuklu'ya, Almambet'e çok iltifatlar edip onu yanından ayırmadığını görünce kıskandılar, kıskanınca da Almambet hakkında dedikodular çıkarıp yaydılar. Bu yüzden Almambet ile er Kökçe Bey'in arası bozuldu.
Almambet kalkıp Manas'ın Bey evine geldi.
Manas da Almambet'i büyük iltifatlarla karşıladı. Manas, Almambet'i çok sevdi.
3) Manas ile Er Kökçe'nin savaşmasını anlatır:
Manas'ın çerileri Er Kökçe'nin ilini yağma ederler. Savaşta Er Kökçe yenilir. Ardından Çakıp Han, oğlu Manas'ı evlendirmek ister. Kız aramağa başlar. Temir Hanın kızı olan Kanıkey'in, Manas'a uygun bir evdeş olduğunu sağlık verirler. Temir Han da kızını Manas'a vermek istemektedir. Fakat Temir Hanın baş danışmanı bu evlenmeye engel olmağa çalışır. Bu yüzden düğün esnasında kavgalar olur, ucu savaşa ve yağmaya varır. Sonunda baş danışman Mendibay Manas'ı zehirler Manas ölür. Manas'ın ölümü ailesini yoksulluğa, sıkıntıya ve felâkete düşürür. Atı, doğanı ve köpeği mezarının başında ağlarlar; Manas'ın canını bağışlaması için Tanrıya yalvarıp yakarırlar. Manas'ın kırk yiğidi vardır ama hepsi de beğlerini unuturlar. Tanrı, Manas'ın hayvanlarının bu bağlılığı karşısında onların duasını kabul eder; Manas dirilir. Eskisi gibi, eskisinden daha güçlü bir şekilde iline ve töresine hizmet eder.
4) Kökütey Han'ın yas törenini anlatır:
Kökütey Han hastalanır. Son nefesini vermeden önce vasiyetini yapar. Ardından da ölür. Kökütey Han'ın ölümü üzerine komşu milletlerden yas töreni için çağırılanlar olur; herkes gelir. Büyük bir yuğ töreni yapılır. Törenin biteceğine yakın konuklar arasında bir kavga başlar, sonu savaşa varır. Manas ile Müslüman olmayan Colay Han arasında süren savaş uzayıp gider.
5) Göz Kaman'ı anlatır:
Çakıp Han'ın, küçükken Kalmuklara esir düşen ve Moğolistan'a götürülüp orada büyütülen Göz Kaman adlı bir kardeşi vardır. Göz Kaman Moğolistan'da, Kalmuklar arasında büyütülüp orada bir Kalmuk kızıyla evlendirilir; beş oğlu olur; bir gün oğullan ile birlikte asıl yurduna döner. Kalmukça konuşmaktadır.
Manas, hem amcasını hiç görmediği ve o güne kadar tanımadığı, hem de amcası Kalmukça konuştuğu için onu casus zanneder: yakalayıp zincire vurur. Bunları yaptıktan sonra böyle bir amcası olup olmadığını anlamak için babasına haber gönderir. Colay Han haberi alınca sevinir ve kardeşini hoş tutması için oğluna emir verir. Fakat Manas'ın annesi ile karısı da Göz Kaman'dan hoşlanmamışlar hele Kalmukça konuşmasını büsbütün yadırgamışlardır. Bu yüzden birlik olup hep beraber Çakıp Hanın buyruğunu hiçe sayarlar. Yalnız Manas babasının buyruğunu dinleyip amcasına iyi davranır, hatta amcası ve oğullan için büyük bir şölen verir. Fakat Göz Kaman'ın oğullan bu şölende bir kavga çıkarıp Manas'ı döverler.
Manas, Kalmuklara karşı sefere çıktığında amcasının oğullan Kalmukça bildiği için onlardan yararlanmak ister. Gökçegöz'ü Kalmuklara casus olarak gönderir. Gökçegöz Kalmuklar tarafına geçer geçmez Manas'a ihanet eder. Manas bunun üzerine Almambet'i gönderir. Almambet'in yardımıyla Manas savaşı kazanır. Bir çok ganimetler alır, dönerken yarı yolda Gökçegöz ile karşılaşırlar Gökçegöz Manas'ı, kırk yiğidi ile birlikte zehirler. Kırk yiğit ölür. Manas'ı, karısı Kanıkey kurtarır. Mekke'den erenler gelir, Kanıkey'e yardım ederler.
Manas iyi olur olmaz Mekke'ye gider; dua edip Tanrıya yalvararak kırk yiğidinin dirilmesini sağlar. "
6) Semetey'in doğumunu anlatır.
Manas artık ihtiyarlamıştır.
Ak atı halsiz düşmüş zayıflamıştır.
Manas kırk yiğidini yanına çağırır. Ölümünden sonra doğacak olan oğluna iyi bakmaları için vasiyet eder.
Ve Manas ölür.
Manas için büyük bir yuğ töreni yapılır, yas tutulur.
Çakıp Han Kanıkey'e haber göndererek Manas'ın kırk yiğidinden biri olan Abeke'ye Onu beğenmezse Köbeş'e varıp evlenmesini buyurur. Kanıkey'in doğumu yakındır:
- Kızım olursa dediğini tutar evlenirim, gel gelelim oğlum olursa evlenmek şöyle dursun ne Abeke'nin suratına ne de Köbeş'in yüzüne bakarım, diye cevabını gönderir.
Kanıkey'in bir oğlu olur. Dediğini yapıp kimseyle evlenmez. Ötekiler Kanıkey'in oğlunu öldürmek isterler. Bunu öğrenen Kanıkey oğlunu alıp babası Temir Han'ın ülkesine kaçar. Yolda türlü sıkıntılar çeker, başına gelmedik kalmaz". Sonunda Temir Hanın ülkesine varır, Bey Evine ulaşır.
Temir Han kızına ve torununa kavuşunca pek çok şölenler verir. Torununa ad konulması için bütün il halkını toplar fakat çocuğa kimse bir ad bulup da koyamaz. Ansızın, nerden geldiği bilinmeyen aksakallı bir ihtiyar görünür, uzun uzun dualar eder; Temir Han'ın torununa Semetey adını verir.
Semetey büyür. Baba yurduna dönmek ister. Yola çıkacağı sırada annesi Kanıkey:
-Baka'ya selam söyle, ne söylerse sözünü tut, dışına çıkma, diye tenbih eder.
Semetey, baba ocağına döner. Çakıp Han sağdır; torunu Semetey'in, annesine yapılan eziyetlerin acısını çıkaracağını, öç alacağını sanarak korkar. Bu yüzden Semetey'i zehirlemeğe karar verir. Kararını uygulayacağı sırada durumu öğrenen Semetey hem Cakıp Hanı, hem de Abeke ve Köbeş'i öldürür.
7) Semetey'in baba ocağına yerleştikten sonrasını anlatır:
Semetey, baba ocağına dönüp öz yurduna yerleştikten sonra, Kalmuklar üstüne akınlar yapmak için hazırlıklara başlar. Babasının, hayatta kalan kırk yiğidini çağırıp toplar. Der ki:
- Akın yapmamız gerek; at sürüleri ve ganimet almamız gerek!
Bu sözden sonra sefere çıkar.
Fakat kırk yiğit, kendi aralarında toplanıp konuşurlar:
- Bizden öncekiler yetmiş yaşına vardı; bizden sonrakiler altmışına ulaştı. Biz, bu Semetey'in babasına hizmet ettik, şimdi de oğluna hizmet edeceğiz, ihtiyarladık artık. Semetey, bizi bu ihtiyar hâlimizde yüce dağ başlarından aşırmak diler, çağlayanlı sulardan geçirmek diler; bizi öldürmeğe kastetmiştir, dönelim! dediler.
Semetey'in buyruğunu dinlemediler, geri döndüler, kaçtılar.
Semetey, babasından kalma kırk yiğidin ardından yetişip onlara tatlı söz söyledi, alttan alıp yalvardı.
Semetey, onca sözden sonra babasından kalma kırk yiğide söz geçiremeyince onları öldürür.
Bu arada, Acubey ile Almambet'in birer oğulları olmuştur. Semetey, bu çocukları kendisine kardeş edinir.
Birinin adını Kançura ötekinin adını Külçura koyup öyle çağırır.
Kançura ile Külçura da büyürler. Büyüyünce Semetey'e hizmet etmeğe başlarlar. Bir gün gelir, Semetey, Kançura ile Külçura'ya, Akın Han'm kızı Ay Çürek'i evlenmek üzere kaçırmak istediğini söyler ve onlardan bu iş için hizmet ister. Bunun için de Akın Han'ın ülkesine sefere çıkılması gerektiğini anlatır. Dediklerini yaparlar, Ay Çürek'i kaçırırlar. Gel gelelim Ay Çürek'in bir de nişanlısı vardır ki Kökçe oğlu Ümetey dîye bilinmiştir. Bu Kökçe oğlu Ümetey, Ay Çürek'in kaçırılışını kendisine yediremez. O da karşılık olarak Semetey'in sürülerini yağmalar. Bunun üzerine aralarında bir savaş başlar. Birbirlerini karşılıklı olarak yağmalayıp dururlar. Sonunda Semetey, Kökçe oğlu Ümetey'e barış teklif eder. Savaştan yorulan Ümetey de bunu kabul eder.
Ümetey'le yaptığı barıştan biraz rahatlayan Semetey, başka bir sefere çıkmak için hazırlandığı sırada bir düş görür. Düşünü karısı Ay Çürek'e anlatır. Ay Çürek düşü yorumlayıp:
- Sen bu sefere çıkma, der. Çıkarsan başına bir felâket gelecek.
Fakat Semetey inatçıdır. Boş sözlere kulak asacak türden değildir. Karısının düşünü yorumlamasına karşılık:
- Düş dediğin şey saçmalıktır!., diye karşılık verdi.
Böyle demesine rağmen, düşünün hayra yorulması için de babasının ruhuna en iyi kısraklarından birini kurban eder. Arkasından Er Kıyas'ın ülkesine akın başlar.
Akının en kızışmış zamanında Almambet'in oğlu Kançura, Semetey'e ihanet eder ve onu yakalayıp Er Kıyas'a götürür. Semetey'e ihanet etmeyen Külçura'yı da köle olarak kullanırlar.
Bu sırada Ay Çürek bir oğlan çocuk doğurmuştur. Ay Çüreğin bir oğlan çocuğu doğurduğunu duyan Er Kıyas, çocuğu yaşatmak istemez. Öldürtmeğe çalışır. Oğlunu kurtarmak isteyen Ay Çürek Er Kıyası korkutur:
- Eğer sen benim oğlumu öldürtürsen ben de seni babam Akın Han'a şikâyet ederim, ülkeni alt üst ettirir öcümü alırım, der.
Er Kıyas korktuğu için çocuğu öldürtmeyip kendine evlât edinerek yanında alıkoyar. Halkını toplayıp çocuğa ad koymak ister. Fakat kimse bir ad bulamaz. Aksakallı Aykoca derler bir ihtiyar vardır, sonunda o gelir, Ay
Çürek'in oğluna Seytek adını verir.
Seytek de büyür, delikanlı olur, yiğit olur. Külçura'yı koruyup kölelikten kurtarır. Er Kıyas öldürülür. Bunlardan sonra Seytek baba yurduna, öz ocağına döner. Babasına ihanet eden Almambet'in oğlu Kançura, Seytek'in baba yurduna Bey olmuştur. Üstelik Seytek'in babaannesi Kanıkey'e koyun güttürüp çobanlık yaptırmış, işkence etmiştir.
Durumu görüp öğrenen Külçura, Kançura'yı yakalar ve Kanıkey de onu öldürür. Baba yurduna yerleşen Semetey ise Taşkent'ten Talasa kadar yayılan geniş ülkeleri yönetimi altına alıp oraların Hanı olur.
Satuk Buğra Han Destanı
Büyük Türk İmparatorluğunu, 840 yılından itibaren devralmağa başlayan Karahanlıların 1212 (1240) yıllarına kadar devam eden hanedanlığı esnasında en önemli ve muhakkak ki dünya tarihinin seyrini değiştiren büyük hadise Türklerin İslam dinini kabul etmiş olmasıdır.
940 yılı civarında Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han zamanında vuku bulan bbu dünya çapındaki hadise, dünya üzerindeki büyük tesiri dercesinde Karahanlılar arasında da destani bir havaya bürünmüş ve Satuk Buğra Han etrafına gelişen bir destan meydana gelmiştir.
Türklerin İslam Dinini kabul edişleri ilahi bir ilhama bağlamaya çalışan Satuk Buğra Han Destanının çok kısa bir zamanda geliştiği, islamiyetten önceki Türk Destanlarından da aldığı ana motiflerle daha da zenginleşerek tesbit edilen yazılı şekle geldiği söylenebilir.
Aynı zamanda bu gün bile Kaşgar yakınlarındaki Artuç kasabasında bulunan mezarı bir ziyaretgah mahalli olan Satuk Buğra hayatını, destani bir hava içinde anlatan Satuk Buğra Han Destanı Tezkire-i Buğra Han adlı bir eserde kayıtlıdır. Bu eserin muhtelif el yazmaları vardır.
Peygamberimiz Hazreti Muhammed, Miraç esnasında, diğer bütün peygamberleri de görür. Aralarından birini tanıyamanz ve Cebrail Aleyhisselelama o zatın kim olduğunu sorar. Cebrail de:
-Bu zat Peygamber değildir, der. Bu zat, sizin ruhunuzu Ulu Tanrıya emanet ettiğiniz günden üç yıl sonra yer yüzüne inecek ve sizin dininizi Türkistan da yayacaktır.
Cebrail Aleyhisselamın bu cevabı üzerine hazreti Muhammed çok sevinmiş, Miraçtan sonra, gece gündüz bu mübarek ruh için dua etmeğe başlamıştı. Tabi bu arada, bu mübarek zattan sahabelerine de bahsetmiş ve sahabelerinin bu zatın ruhunu görmeği istemeleri üzerine Hazreti Muhammed de dua ederek Miraç esnasında gördüğü zatın ruhunun görünmesini arzulamıştı.
Hazreti Muhammed' in duası üzerine birden karşılarında kırk silahlı atlı belirdi. Selam verip yaklaştılar. Bu atlılar, başlarında Satuk Buğra Han' ın bulunduğu kırk arkadaşının ruhu idi.
Yıllar geçtikten sonra, Kaşgar Hükümdarının bir oğlu dünyaya geldi. Adını Buğra Han koydular. Buğra Han' ın doğduğu gün büyük zelzeler oldu. Su kaynakları kurudu. Buğra Han' ın büyüdüğü zaman müslüman olacağını falcılar anladılar. Bunun üzerine de onun öldürülmesini sağlık verdiler. Fakat annesi oğluna kol kanat gerdi; falcıların yalan söylediğini iddia etti. Şayet bir gün gelir falcıların dediği çıkar ve Buğra Han büyüdüğü zaman müslüman olursa, onun o gün öldürülmesini istedi. Böylece de oğlunun öldürülmesini önlemiş oldu.
Satuk Buğra Han, on iki yaşına gelince kırk arkadaşı ile birlikte ava çıktı. Bir tavşanı kovalamağa başladı. tavşanı kovalamağa o kadar dalmıştı ki arkadaşalarından ayrıldığını farketmedi.
Tavşanı bir müddet kovalayan Satuk Buğra Han, bir müddet sonra hayvanın şekil değiştirdiğini hayretle gördü. Gerçekten de kovaladığı tavşan bir ihtiyar adam kılığına girmişti. Satuk Buğra Han bu zatın Hızır Aleyhisselam olduğunu anladı ve onun verdiği dini nasihatları ve öğütleri can kulağı ile dinledi.
Bundan bir müddet sonra, zamanı gelince Satuk Buğra Han' ın babası öldü. O zamanki Türk adetlerine göre annesi de, Satuk Buğra Han' ın amcası ile evlendi. Fakat bir gece Buğra Han amcasını İslam dinine davet etti. Amcası kabul etmedi. Bunun üzerine yer yarıldı ve yarılan yere Buğra Han' ın amcası gömülüp kayboldu. Amcasının bu şekilde ölmesi Satuk Buğra Han' ın hükümdar olması demekti çünkü tahta geçecek başka bir kimsesi yoktu. Ve Satuk Buğra Han hükümdar oldu.
Hükümdar olur olmaz da Türk Ülkesinde İslamiyeti yaymağa başladı. Bütün savaşları kazanıyordu. Savaşlarda ağzından çıkan ateşler bütün kafirleri yakıyordu. Kılıcını düşmana çevirince kılıcı kırk adım birden uzuyordu. Bu yüzden bu kılıcın korkusu dört bir yanı doldurmuş, düşmanlarını sindirmişti. Öyleki, Satuk Buğra Han doksan yaşına geldiği zaman ülkedeki bütün Türkler müslüman olmuştu. Amuderya kıyılarından güneyde Kış Kezek taraflarına ve kuzeyde Karakum' a kadar yayılan olanlarda herkes islam dinine girmişti. Bu da yetmeyince Çin ile savaşıp İslamiyeti oraya kadar yaydı.
Ondan sonra Satuk Buğra Han ilahi bir emir aldı. Bu emre uyarak Kaşgara döndü ve orada öldü. Dört kızı vardı. Bunlardan ikincisinin adı Alanur idi. Alanur bir gün evinin önünde gördüğü bir arslandan korkarak bayıldı. Ayıldığı zaman bir çocuğu olduğunu anladı. Doğan çocuğa Ali adını verdiler Hazreti Ali gibi Allah' ın Arslanı olduğundan bu adı verdiler.
(Satuk Buğra Han destanının, Buğra Han' ın kızı Alanur' un gebe kalması, değişik bir, el yazmasına göre de: Cebrail' in getirdiği bir ışığın Alanur' un ağzına akması sonucudur. Bu bir damla ışıktan doğan Alanur' un oğlu, Hazreti Ali gibi bir Allah' ın Arslanı olduğundan, Seyyid Ali Arslan Han adını almıştır.
940 yılı civarında Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han zamanında vuku bulan bbu dünya çapındaki hadise, dünya üzerindeki büyük tesiri dercesinde Karahanlılar arasında da destani bir havaya bürünmüş ve Satuk Buğra Han etrafına gelişen bir destan meydana gelmiştir.
Türklerin İslam Dinini kabul edişleri ilahi bir ilhama bağlamaya çalışan Satuk Buğra Han Destanının çok kısa bir zamanda geliştiği, islamiyetten önceki Türk Destanlarından da aldığı ana motiflerle daha da zenginleşerek tesbit edilen yazılı şekle geldiği söylenebilir.
Aynı zamanda bu gün bile Kaşgar yakınlarındaki Artuç kasabasında bulunan mezarı bir ziyaretgah mahalli olan Satuk Buğra hayatını, destani bir hava içinde anlatan Satuk Buğra Han Destanı Tezkire-i Buğra Han adlı bir eserde kayıtlıdır. Bu eserin muhtelif el yazmaları vardır.
Peygamberimiz Hazreti Muhammed, Miraç esnasında, diğer bütün peygamberleri de görür. Aralarından birini tanıyamanz ve Cebrail Aleyhisselelama o zatın kim olduğunu sorar. Cebrail de:
-Bu zat Peygamber değildir, der. Bu zat, sizin ruhunuzu Ulu Tanrıya emanet ettiğiniz günden üç yıl sonra yer yüzüne inecek ve sizin dininizi Türkistan da yayacaktır.
Cebrail Aleyhisselamın bu cevabı üzerine hazreti Muhammed çok sevinmiş, Miraçtan sonra, gece gündüz bu mübarek ruh için dua etmeğe başlamıştı. Tabi bu arada, bu mübarek zattan sahabelerine de bahsetmiş ve sahabelerinin bu zatın ruhunu görmeği istemeleri üzerine Hazreti Muhammed de dua ederek Miraç esnasında gördüğü zatın ruhunun görünmesini arzulamıştı.
Hazreti Muhammed' in duası üzerine birden karşılarında kırk silahlı atlı belirdi. Selam verip yaklaştılar. Bu atlılar, başlarında Satuk Buğra Han' ın bulunduğu kırk arkadaşının ruhu idi.
Yıllar geçtikten sonra, Kaşgar Hükümdarının bir oğlu dünyaya geldi. Adını Buğra Han koydular. Buğra Han' ın doğduğu gün büyük zelzeler oldu. Su kaynakları kurudu. Buğra Han' ın büyüdüğü zaman müslüman olacağını falcılar anladılar. Bunun üzerine de onun öldürülmesini sağlık verdiler. Fakat annesi oğluna kol kanat gerdi; falcıların yalan söylediğini iddia etti. Şayet bir gün gelir falcıların dediği çıkar ve Buğra Han büyüdüğü zaman müslüman olursa, onun o gün öldürülmesini istedi. Böylece de oğlunun öldürülmesini önlemiş oldu.
Satuk Buğra Han, on iki yaşına gelince kırk arkadaşı ile birlikte ava çıktı. Bir tavşanı kovalamağa başladı. tavşanı kovalamağa o kadar dalmıştı ki arkadaşalarından ayrıldığını farketmedi.
Tavşanı bir müddet kovalayan Satuk Buğra Han, bir müddet sonra hayvanın şekil değiştirdiğini hayretle gördü. Gerçekten de kovaladığı tavşan bir ihtiyar adam kılığına girmişti. Satuk Buğra Han bu zatın Hızır Aleyhisselam olduğunu anladı ve onun verdiği dini nasihatları ve öğütleri can kulağı ile dinledi.
Bundan bir müddet sonra, zamanı gelince Satuk Buğra Han' ın babası öldü. O zamanki Türk adetlerine göre annesi de, Satuk Buğra Han' ın amcası ile evlendi. Fakat bir gece Buğra Han amcasını İslam dinine davet etti. Amcası kabul etmedi. Bunun üzerine yer yarıldı ve yarılan yere Buğra Han' ın amcası gömülüp kayboldu. Amcasının bu şekilde ölmesi Satuk Buğra Han' ın hükümdar olması demekti çünkü tahta geçecek başka bir kimsesi yoktu. Ve Satuk Buğra Han hükümdar oldu.
Hükümdar olur olmaz da Türk Ülkesinde İslamiyeti yaymağa başladı. Bütün savaşları kazanıyordu. Savaşlarda ağzından çıkan ateşler bütün kafirleri yakıyordu. Kılıcını düşmana çevirince kılıcı kırk adım birden uzuyordu. Bu yüzden bu kılıcın korkusu dört bir yanı doldurmuş, düşmanlarını sindirmişti. Öyleki, Satuk Buğra Han doksan yaşına geldiği zaman ülkedeki bütün Türkler müslüman olmuştu. Amuderya kıyılarından güneyde Kış Kezek taraflarına ve kuzeyde Karakum' a kadar yayılan olanlarda herkes islam dinine girmişti. Bu da yetmeyince Çin ile savaşıp İslamiyeti oraya kadar yaydı.
Ondan sonra Satuk Buğra Han ilahi bir emir aldı. Bu emre uyarak Kaşgara döndü ve orada öldü. Dört kızı vardı. Bunlardan ikincisinin adı Alanur idi. Alanur bir gün evinin önünde gördüğü bir arslandan korkarak bayıldı. Ayıldığı zaman bir çocuğu olduğunu anladı. Doğan çocuğa Ali adını verdiler Hazreti Ali gibi Allah' ın Arslanı olduğundan bu adı verdiler.
(Satuk Buğra Han destanının, Buğra Han' ın kızı Alanur' un gebe kalması, değişik bir, el yazmasına göre de: Cebrail' in getirdiği bir ışığın Alanur' un ağzına akması sonucudur. Bu bir damla ışıktan doğan Alanur' un oğlu, Hazreti Ali gibi bir Allah' ın Arslanı olduğundan, Seyyid Ali Arslan Han adını almıştır.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)